“Bazı Batılı filozoflar,
her şeyin merkezine aklı aldılar ve sadece aklın ürünü olan hususlara itibar ettiler.
Hattâ bu hususta öyle ileri gittiler ki,
İncil ve Kur’ân gibi semâvî kitapları ve temsil ettikleri dinleri de
aklın etrafında dönen diğer eşya arasına katarak,
aklî sistem içinde onlara bir tanım getirdiler.
Yani, tıpkı eski insanların dünyayı sabit sanıp
güneşin de onun etrafında döndüğünü tevehhüm ettikleri gibi!..
Eski insanların dünyayı sabit sanıp
güneşin de onun etrafında döndüğünü tevehhüm etmişlerdi,
Bazı Batılı filozoflar, her şeyin merkezine ‘AKLI’ aldılar
ve sadece aklın ürünü olan hususlara itibar ettiler.
Aklı sabit kabul ederek semavî kitap ve dinleri onun etrafında gezdirdiler.
(Dünyanın dönmesi hadisesi, her ne kadar;
batılılardan 600 yıl önce,
‘Es-Siczî’ve ‘El-Bîrûnî’ gibi İslâm Alimleri tarafından dile getirilmiş,
dolayısıyle İslâm aleminde çok iyi bilinen bir şey olsa da,
batılı kaynaklar da Kopernik’e mal edilmiştir!..)
Kopernik de
‘Dünyanın sabit, güneşin onun etrafında döndüğü şeklindeki eski görüşü ortadan kaldırıp;
onun yerine,
dünyanın hem kendi etrafında,
hem güneşin etrafında döndüğünü’ ispat etti!..
-Bediüzzaman da Risale-i Nur’la düşünce dünyasında buna benzer bir inkılâp gerçekleştirdi:
‘İnsanın düşünce dünyası sabit olamaz… Düşünce dünyası hem kendi ekseni etrafında döner, hem de vahiy güneşinin etrafında döner’
diyerek insan düşüncesinin olması gereken asıl yerini tespit etmiş,
AKLI yalnızlık ve karanlıktan kurtararak aydınlatmış ve rahatlatmıştır!…”
– Faslı Prof. Dr. Taha Abdurrahman-
Üstadımız ifadesiyle bu “Rabıta-i Kur’an” dır!..
Mürşid-i Ekber olan Kur’an’ güneş ,
akıl da dünya gibi teşbih edilmiştir…
“’İnsanın düşünce dünyası sabit olamaz…
Düşünce dünyası hem kendi ekseni etrafında döner,
hem de vahiy güneşinin etrafında döner’” (Bediüzzaman)
ifadesi bize Üstadımızın,
“seyr-i enfüsî” ve “seyr-i âfâkî” tabirlerini hatırlatır…
İmam-ı Rabbani Hz.(r.a) dediği gibi;
Nasıl ki gözümüz varlığı, Zahiri alemimizi aydınlatan güneşin yardıyle görür,
tanır, istifade eder,
Aynen öyle de, kalp gözümüz de,
Batınî Alemimizi, ‘Nübüvvet’ nuruyle görür, bilir,idrak eder,
îlme’l, âyne’l, hakke’l-yakîn iman ile Basiret kazanır!..
“Enfüsî meşrebi, nefisten başlar,
hariçten gözünü çeker,
kalbe bakar,
enâniyeti deler geçer,
kalbinden yol açar, hakikati bulur.
Sonra âfâka girer.
O vakit âfâkı nuranî görür.
Çabuk o seyri bitirir.
Enfüsî dairesinde gördüğü hakikati, büyük bir mikyasta onda da görür.
Turuk-u hafiyenin çoğu bu yolla gidiyor.
Bunun da en mühim esası enâniyeti kırmak, hevâyı terk etmek, nefsi öldürmektir.”
(29.Mektup)
“İkinci meşrep âfâktan başlar,
o daire-i kübrânın mezâhirinde cilve-i esmâ ve sıfâtı seyredip sonra daire-i enfüsiyeye girer.
Küçük bir mikyasta, daire-i kalbinde o envârı müşahede edip,
onda en yakın yolu açar.
Kalb âyine-i Samed olduğunu görür, aradığı maksada vâsıl olur.”
(29.Mektup)
EZCÜMLE;
Risale-i Nur hakkında bu ifadelere eklenecek düşünce dünyasın da,
daha büyük bir TECDİD vazifesi var ki;
Üstadımız bunu SAHABE MESLEĞİ olarak tabir etmiş olup,
‘HER İKİ NAZARI BİRLEŞTİRMİŞ’tir!..
Bunun adı ‘MANA-İ HARFİ’yle nazar etmektir!..
Zira Risale-i Nur, ‘EVVEL, AHİR, ZAHİR, ve BATÎN’ sıfatlarının tecellilerinde
Varlığın mahiyetini müşahede eder!..
Bir sahabe bir iman hakikatine mazhar olduğu zaman,
nasıl zahiri ve batıni hasselerinde aynı anda marifet kesbedebiliyorsa,
bir nur talebesi de, –sünnete ittiba dairesinde–
“Evet, Kur’ân’dan, hakikat-i tarikati, tarikatsiz feyiz suretiyle gördüm ve bir parça aldım…. Serîüsseyir olan bu zamanın evlâdına,
kısa ve selâmet bir tarîki ihsan etmek rahmet-i hâkimenin şânındandır.”
(Mesnevi-i Nuriye,10.risale) hakikatince;
bir iman hakikatinin,
“enfüsî” ve ” âfâkî” seyrini MANA-İ HARFİ’ bir nazar da birleştirerek,
İmanın ‘îlme’l, âyne’l, hakke’l-yakîn’ mertebelerinde anlayabilir, tanıyabilir, idrak ederek,
Bir hakikat ehli olarak, ‘MARİFETULLAH’ basamakların da yükselebilir!..
Bab-ı Şefkat NUR