RAHMETİN RAHMET OLMASI VE NİMETİN NİMET OLMASI,
ANCAK VE ANCAK HAŞİR VE SAADET-İ EBEDİYEYE BAĞLIDIR.
“Evet, saadet-i ebediye olmasa,
en büyük nimetlerden sayılan aklın,
insanın kafasında yılan vazifesini görmekten başka bir işi kalmaz.
Kezalik,
en lâtif nimetlerden sayılan şefkat ve muhabbet,
ebedî bir ayrılık düşüncesiyle, en büyük elemler sırasına geçerler.
Soru;
– Cenâb-ı Hakkın her şeye mâlik olduğu bir hakikat iken,
burada haşir ve ceza gününün tahsisi neye binaendir?
Cevap;
– Şu âlemin, insanlarca, hakir ve hasis sayılan bazı şeylerine
kudret-i Ezeliyenin bizzat mübaşereti
azamet-i İlâhiyeye münasip görülmediğinden,
vaz edilen esbab-ı zahiriyenin o gün ref’iyle;
herşeyin şeffaf, parlak içyüzüyle
tecellî edip
Sâniini, Hâlıkını vasıtasız göreceğine işarettir!.
(işârâtü’l-İcâz)
“Bu âlemin Mutasarrıfının madem nihayetsiz böyle bir keremi,
nihayetsiz böyle bir rahmeti, nihayetsiz öyle bir celâl ve izzeti vardır.
Nihayetsiz celâl ve izzet, edepsizlerin te’dibini ister.
Nihayetsiz kerem, nihayetsiz ikram ister.
Nihayetsiz rahmet, kendine lâyık ihsan ister.
Halbuki,
bu fâni dünyada ve kısa ömürde, denizden bir damla gibi,
milyonlar cüzden ancak bir cüz’ü yerleşir ve tecellî eder.
Demek,
o kereme lâyık ve o rahmete şayeste bir dar-ı saadet olacaktır.
Yoksa,
gündüzü ışığıyla dolduran güneşin vücudunu inkâr etmek gibi,
bu görünen rahmetin vücudunu inkâr etmek lâzım gelir!..”
(10.söz-1.hakikat)
Nasıl ki;
anne için şefkat, evlatlarının hayatı ve istikbalidir,
Bir baba için de şefkat, ailesine karşı gösterdiği hamiyettir…
bir üstad için şefkat,
hak davası ve talebelerinin dünya ve ahiretleri olduğu gibi,
bir Nebi’ için şefkat, ümmetinin ebedi hayatları, mekan ve saadetleri ise,
Alemlerin Rabbi içinde,
alemler içinde terbiye, vazife ve rızk ile
Rububiyetine ve İsim ve Sıfatlarına mazhar kıldığı
mahlukatına ve masnuatına,
hususan
yeryüzünün halifesi insana karşı ulvî ve ebedi RAHİMİYET’idir!..
“Hem şefkat dahi, aşk gibi,
belki daha keskin
ve daha geniş bir tariktir ki, Rahîm ismine isal eder.”
(mesnevi-i Nuriye)
RAHİMİYET’in en âlî mertebesinde olan
Habibullah’ın
emanet ve davasına şefkat ve hamiyetle varis olmakla kazanılır.
Nitekim hadîs-i şerîfte:
“(Zâhir ve bâtınını ikmâl etmiş,
ilmini irfan hâline getirmiş) âlimler,
peygamberlerin vârisleridir.” buyrulmaktadır.
(Ebû Dâvûd, İlim, 1)
İşte bu mertebe de,
“Ben gizli bir hazine idim.
Bilinmek istedim, mahlukatı yarattım.”
(Keşfu’l-Hafa, Aclunî, 2/13)
kudsi hadis’inin bilinmekteki hakikati,
şu bir tadımlık, tartmak, tanımak faniiyetiyle bilmek mümkün olmaz…
Hamdin hakikatiyle,
Ve Kelime-i Tevhid’indaim tekrar tekrar zikr-i şua’ıyle,
Enenin,
zahir ve batın bütün aza ve hasselerinde
O(ﷻ)’nun Esmâ ve Sıfâtına karşı
verilmiş bir muhabbete mazhar ve müzhir olmakla
Hesap Gününün yegane Sahibi, Yöneticisi ve Hakimi olan Allah’ın
Ebedi saadet ve Rahmet kapısını açan,
Marifetullah ve Muhabbetullah ile ulaşılabilir veya kazanılabilir!..
Defaten denildiği gibi;
Muhabetullah’ta;
MAZHAR abidlik, MÜZHÎR şuhud makamıdır!..
Bab-ı Şefkat NUR