32.SÖZ:2.MEVKIF:1.MAKSAD:
…Hem şerikler “müstağniyetün anhâ” ve “mümteniatün bizzât” yani hiç onlara ihtiyaç olmadığı gibi, vücudları muhal oldukları halde onları dava etmek, sırf tahakkümîdir. Yani aklen, mantıkan, fikren o davayı ettirecek bir sebeb olmadığı için, manasız sözler hükmündedir. İlm-i Usûlce “tahakkümî” tabir edilir. Yani manasız dava-yı mücerreddir. İlm-i Kelâm ve İlm-i Usûl’ün düsturlarındandır ki, denilir: لاَ عِبْرَةَ لِْلاِحْتِمَالِ الْغَيْرِ النَّاشِى عَنْ دَلِيلٍ ٭ وَ لاَ يُنَافِى اْلاِمْكَانُ الذَّاتِىُّ الْيَقِينَ الْعِلْمِىَّ
Yani: “Bir delilden, bir emareden neş’et etmeyen bir ihtimalin ehemmiyeti yok. Kat’î ilme şek katmaz. Yakîn-i hükmîyi sarsmaz.”
Meselâ; zâtında Barla denizi (yani Eğirdir Gölü) imkân ve ihtimal var ki, pekmez olsun; yağa inkılab etmiş olsun. Fakat madem bir emareden, o imkân ve ihtimal neş’et etmiyor; onun vücuduna ve su olduğuna, kat’î ilmimize tesir etmez, şek ve vesvese vermez. İşte bunun gibi, mevcudatın her tarafından, kâinatın her köşesinden sorduk: Birinci Mevkıf’ta gösterildiği gibi, zerrattan yıldızlara kadar ve İkinci Mevkıf’ta görüldüğü gibi; hilkat-ı semavat ve arzdan, tâ sîmalardaki teşahhusata kadar hangi şeyden soruldu ise, lisan-ı hal ile vahdaniyete şehadet ve sikke-i tevhidi gösterdi. Sen de gördün… Öyle ise; kâinatın mevcudatında bir emare yok ki, bir şirk ihtimali ona bina edilsin. Demek dava-yı şirk, sırf tahakkümî ve manasız söz ve dava-yı mücerred olduğundan; şirki iddia etmek, mahz-ı cehalet, ayn-ı belâhettir.
13.Lema 2.İşaret
“Meşhur kaidedir ki: Tahayyül-ü şetm, şetm olmadığı gibi, tahayyül-ü küfür dahi, küfür değil ve tasavvur-u dalalet de dalalet değil. İmandaki şekk mes’elesi ise, imkân-ı zâtîden gelen ihtimaller, o yakîne münafî değil ve o yakîni bozmaz. İlm-i usûl-i dinde kavaid-i mukarreredendir ki: اِنَّ اْلاِمْكَانَ الذَّاتِىَّ لاَ يُنَافِى الْيَقِينَ اْلعِلْمِىَّ
Meselâ: Barla Denizi su olarak yerinde bulunduğuna yakînimiz var. Halbuki zâtında mümkündür ki; o deniz, bu dakikada batmış olsun ve batması mümkinattandır. Bu imkân-ı zâtî, madem bir emareden neş’et etmiyor, zihnî bir imkân olamaz ki, şekk olsun. Çünki yine ilm-i usûl-i dinde bir kaide-i mukarreredir ki: لاَ عِبْرَةَ ِلْلاِحْتِمَالِ الْغَيْرِ النَّاشِىءِ عَنْ دَلِيلٍ Yani: “Bir emareden gelmeyen bir ihtimal-i zâtî ise, bir imkân-ı zihnî olmaz ki, şübhe verip, ehemmiyeti olsun.” İşte bu desise-i şeytaniyeye maruz olan bîçare adam, hakaik-i imaniyeye yakînini, böyle zâtî imkânlar ile kaybediyor zanneder.”
Risale-i Nur Külliyatından