“İnsanın ağzından hiçbir söz çıkmaz ki, yanında onu yazmaya hazır,
gözetleyici bir melek olmasın!..
Derken ölüm sarhoşluğu gerçekten geliverir.
İşte senin kaçıp durduğun şey budur.
Ve sûra üfürülür. Vaad olunan gün işte budur.
Herkes yanında bir sevk eden, bir de şahitlik eden melekle beraber gelir.
And olsun ki sen bundan gafildin.
Şimdi gözünden perdeyi kaldırdık.
Bakışın pek keskindir bugün! Yanındaki melek,
‘İşte onun defteri bende hazırdır’ der. Atın Cehenneme herbir inatçı kâfiri!” (Kaf,18-24)
Şu âyetleri okurken Şeytan dedi ki:
“Kur’ân’ın en mühim fesahatini,
siz onun selâsetinde ve vuzuhunda buluyorsunuz.
Halbuki şu âyette nereden nereye atlıyor!
Sekerattan, tâ kıyamete atlıyor.
Nefh-i surdan, muhasebenin hitâmına intikal ediyor
ve ondan Cehenneme idhali zikrediyor.
Bu acip atlamaklar içinde hangi selâset kalır?
Kur’ân’ın ekser yerlerinde, böyle birbirinden uzak meseleleri birleştiriyor.
Böyle münasebetsiz vaziyetiyle selâset ve fesahat nerede kalır?”
Elcevap:
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın esas-ı i’câzı,
en mühimlerinden belâğatinden sonra îcâzdır.
Îcaz,
i’câz-ı Kur’ân’ın en metin ve en mühim bir esasıdır.
Kur’ân-ı Hakîmde şu mucizâne îcaz o kadar çoktur
ve o kadar güzeldir ki, ehl-i tetkik, karşısında hayrettedirler!..
Meselâ,
“Ve denildi ki:
‘Ey yer, suyunu yut. Ey gök, suyunu tut.’ Su çekildi, iş bitirildi ve gemi Cûdî Dağına oturdu. Ve ‘Zalimler güruhu Allah’ın rahmetinden uzak olsun’ denildi.” Hûd Sûresi, 11:44.
Kısa birkaç cümleyle Tufan hadise-i azîmesini netâiciyle
öyle îcazkârâne ve mucizâne beyan ediyor ki,
çok ehl-i belâğati, belâğatine secde ettirmiş.
Hem meselâ,
“Semud kavmi, azgınlığı yüzünden peygamberini yalanladı.
Onların en azgını başkaldırdığı zaman, Allah’ın Resulü(a.s) kendilerine
‘Allah’ın bir mucize olarak yarattığı şu deveye dokunmayın;
onun su içmesine mâni olmayın’ demişti.
Onlar peygamberlerini yalanlayıp deveyi öldürdüler.
Rableri de, günahları yüzünden onları azapla kuşatıp hepsini birden helâk etti.
Allah onlara verdiği cezanın âkıbetinden korkacak değildir.” Şems Sûresi, 91:11-15.
İşte, kavm-i Semud’un acip
ve mühim hâdisâtını
ve netâicini
ve sû-i akıbetlerini böyle kısa birkaç cümle ile,
îcaz içinde bir i’câz ile,
selâsetli
ve vuzuhlu
ve fehmi ihlâl etmez bir tarzda beyan ediyor.
Hem meselâ,
“Balığın yuttuğu Yunus’u da hatırla ki, öfkelenerek kavmini terk etmiş
ve Bizim de kendisini bu yüzden bir sıkıntıya uğratmayacağımızı sanmıştı.
Sonra karanlıklar içinde kaldığında niyaz etti:
‘Senden başka ilâh yoktur;
Seni her türlü noksandan tenzih ederim.
Gerçekten ben kendisine zulmedenlerden oldum.’” (Enbiyâ,87)
“Kendisini sıkıntıya uğratmayacağımızı.” (Enbiyâ,87)
cümlesinden “Karanlıklar içinde nida etti.” (Enbiyâ,87)
cümlesine kadar çok cümleler matvîdir, o mezkûr olmayan cümleler ise
fehmi ihlâl etmiyor, selâsetine zarar vermiyor.
Hazret-i Yunus Aleyhisselâm
Allah’ın selâmı onun üzerine olsun
ın kıssasından mühim esasları zikreder,
mütebâkisini akla havale eder.
Hem mesela,..
Sûre-i Yusuf’ta
“O iki gençten kurtulmuş olanı,
bir hayli zaman sonra Yusuf’u hatırladı
“ve “Ben size bu rüyanın tâbirini bildiririm,
beni zindana gönderin” dedi.” (Yûsuf.45)
kelimesinden
Âyetin tamamı şöyle:
(Zindana varınca,
“Ey Yûsuf, ey doğru sözlü kişi,” dedi.
“Yedi zayıf ineğin yediği yedi semiz ineği
ve kurularla karışık yedi yeşil başağı bize tâbir et ki
o insanların yanına bu haberle döneyim;
belki böylece senin kadrini bilirler.” Yûsuf Sûresi, 12:46.)
ortasında yedi sekiz cümle, îcaz ile tayyedilmiş; hiç fehmi ihlâl etmiyor,
selâsetine zarar vermiyor.
Bu çeşit mucizâne îcazlar Kur’ân’da pek çoktur.
Hem pek güzeldir…
Amma Sûre-i Kaf’ın âyeti ise, ondaki îcaz pek acip ve mucizânedir.
Çünkü, kâfirlerin pek müthiş ve çok uzun ve bir günü elli bin sene olan istikbaline
ve o istikbalin dehşetli inkılâbâtında kâfirin başına gelecek
elîm ve mühim hâdisâta birer birer parmak basıyor,
şimşek gibi fikri onlar üstünde gezdiriyor.
O pek çok uzun zamanı, hazır bir sahife gibi nazara gösteriyor;
zikredilmeyen hâdisâtı hayale havale edip alî bir selâsetle beyan eder.
“Kur’ân okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki, rahmete erişesiniz.”
A’râf Sûresi, 7:204.
İşte, ey Şeytan, şimdi bir sözün daha varsa söyle.
Şeytan der:
“Bunlara karşı gelemem, müdafaa edemem.
Fakat çok ahmaklar var,
beni dinliyorlar.
Ve insan suretinde çok şeytanlar var,
bana yardım ediyorlar…
Ve
feylesoflardan çok firavunlar var,
enâniyetlerini okşayan meseleleri
benden ders alıyorlar,
senin bu gibi Sözlerin neşrine sed çekerler.
Bunun için sana teslim-i silâh etmem…” (26.mektup)
Bab-ı Şefkat NUR