“HER ŞEY,
HELÂK OLUP GİDİCİDİR – ONA BAKAN YÜZÜ MÜSTESNÂ.”
(Kasas, 88)
dersini verdiği gibi, nefis kendini serbest
ve müstakil ve bizzat mevcut bilir.
Ondan, bir nevi rububiyet dâvâ eder;
mâbuduna karşı adâvetkârâne bir isyanı taşır.
(26.söz..zeyl)
Nefis, bir düzen ve birlik içinde hareket etmek istemez,
Müstakil -bağımsız- olmak ister,
halbuki insan sosyal bir varlıktır,
ihtiyaçlarını yalnız başına karşılayamaz,
diğer bir insanın yaptığı kibrit çöpüne dahi muhtaçtır…
Hem,
kendisi kabul etmese de;
her alışveriş, ağızdan çıkan her söz, gözden gelen her nazar,
Her lokma, her yudum her nefes,
her an kullukta, bir talim ve terbiye vesilesi ve bir imtihan sebebidir…
Oysa
nefis verilen her nimeti hakkı görür, kabul eder…
Her yokluk ve musibeti kendine almaz, hatta yakıştırmaz…
“İşte,
gelecek şu hakikati derk etmekle ondan kurtulur…
Hakikat şöyledir ki:
Herşey, nefsinde mânâ-yı ismiyle fânidir,
mefkuttur, hâdistir, mâdumdur.
Fakat mânâ-yı harfiyle
ve Sâni-i Zülcelâlin esmâsına âyinedarlık cihetiyle
ve vazifedarlık itibarıyla
şahittir, meşhuddur, vâciddir, mevcuttur…”
(26.söz..zeyl)
Evvelâ terbiye nazarlar da başlamalı…”
Mana-yı harfi,
her şeye Allah hesabına ve iman nazarıyla bakmaktır.
Mana-yı ismi ise,
her şeye kendi adına ve kendi hesabına bakmaktır.
“Cenab-ı Hakk’ın masivasına (kâinata) mana-yı harfiyle
ve onun hesabına bakmak lazımdır.
Mana-yı ismiyle ve esbab hesabına bakmak hatadır…”
(Menevi-i nuriye)
İnsan,
kul olduğunu, Cenab-ı Hakk’ın isim
ve sıfatlarına ayna olduğunun bilirse, var olur…
Kulluğunu unutur ve ayna olduğunu kabul etmezse,
varlık ve serbestlik iddia ederse, yokluğa düşer ve fenaya gider.
Yani varlıkta yokluk, yoklukta varlık vardır.
İnsan benliği ile “Ben varım.” derse yoktur;
“Ben yokum, hiçim.” derse,
yani üzerindeki nimet ve ikramların kendinden değil,
Allah’tan olduğunu bilirse vardır.
Böyle olunca Allah’ın,
sonsuz isim ve sıfatlarına istinad etmiş – dayanmış- ve yükselmiş olur.
“Şu makamda
tezkiyesi ve tathiri şudur ki:
Vücudunda adem, ademinde vücudu vardır.
Yani, kendini bilse,
vücut verse,
kâinat kadar bir zulümat-ı adem içindedir.
Yani,
vücud-u şahsîsine güvenip Mûcid-i Hakikîden gaflet etse,
yıldız böceği gibi bir şahsî ziya-yı vücudu,
nihayetsiz
zulümât-ı adem ve firaklar içinde bulunur, boğulur.
(26.söz..zeyl)
“Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma,
onlara tezellül edip minnet çekme,
onlara temellûk edip (köleleşip) boyun eğme,
onların arkasına düşüp zahmet çekme, onlardan korkup titreme…
Çünkü Sultan-ı Kâinat birdir,
her şeyin anahtarı
O’nun yanında, her şeyin dizgini O’nun elindedir,
her şey O’nun emriyle halledilir.
O’nu bulsan her matlubunu buldun,
hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun!..”
(20.mektup)
“Fakat
enâniyeti bırakıp, bizzat nefsi hiç olduğunu
ve Mûcid-i Hakikînin
bir âyine-i tecellîsi bulunduğunu gördüğü vakit,
bütün mevcudatı ve nihayetsiz bir vücudu kazanır. “
(26.söz..zeyl)
“Ben gizli bir hazine idim.
Bilinmeye muhabbet ettim ve kâinatı yarattım.”
(Acluni, Keşfü’l-Hafa, II, 132)
İşte bilinmeye muhabbet etmek
şuunât-ı ilahiye’den bir şe’ndir –şuunattır.-
İnsanın his âleminde de bunların birer misali mevcuttur.
İnsan bunu maddi ve manevi
her bir hal ve tavrı ile, söz ve fiiliyle beyan eder!..
“Cenâb-ı Hak,
bütün esmâsını, insanın nefsiyle insana ihsas edip
Esma-i ilahiyesine ayinadarlık yapıyor…
Hayatta hissiyat suretinde kaynayan memzuç nakışlar,
pek çok esmâ ve şuûnât-ı zâtiyeye işaret eder,
gayet parlak bir surette
Hayy-ı Kayyûmun şuûnât-ı zâtiyesine âyinedarlık eder!..”
(31.söz)
“Zira,
bütün mevcudat, esmâsının cilvelerine mazhar olan
Zât-ı Vâcibü’l-Vücudu bulan, herşeyi bulur!..”
(26.söz..zeyl)
“O’nu bulan her şeyi bulur.
O’nu bulmayan hiçbir şey bulmaz. Bulsa da başına belâ bulur!..”
(Mektubat, Altıncı Mektup)
“Siz de, :
“İnsanların en hayırlısı onlara faydalı olandır.”
el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:463;
el- Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 3:481, no: 4044.
olan mücahid-i âlî-himmeti mübarezesine çıkarınız!...
(Münazarat)
Yani;
“Dünya ahiretin tarlasıdır”
(Buhârî, Rikâk, 3) hadis-i şerifi mucibince,
İnsan hiçliğini bilip,
kulluk imtihanıyle vazifeli olduğunu unutmamalı,
Hem kendi nefsine karşı
hem de, insanlara hayırlı olmak hususunda mücadelesi
öyle azametli mücahidler gibi MUHLİSANE olmalı ki;
büyük ve küçük cihadı,
yüksek himmet sahibi bir asfiyanın cihadı gibi âlî olsun…
İşte müstesna olan budur!..
Bab-ı Şefkat NUR