CENNET EHLİNİN HASLETİ OLAN İSÂR RUHUNU KAZANMAK

 “Mallarını Allah yolunda sarf etmekte olanlar,

sonra sarf ettikleri şey(in arkasın)a başa kakma

ve (gönül) incitme katmayanlar var ya,

onların, Rableri katında mükâfâtları vardır.

Hem onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun olmazlar!..”

(Bakara,262)

Bu âyet-i kerîme, Tebük Seferi dolayısıyla hazırlanan

ve “Ceyşü’l-Usra” -Zorluk Ordusu- denilen ordunun donatılması için

bin deve veren Hz. Osman (ra) ile dört bin deve vererek

yardım eden Abdurrahman bin Avf (ra) hakkında nâzil olmuştur.”

 (Celâleyn Şerhi,c.1,330)

“Ey ehl-i kerem ve vicdan -ikrâm edici ve vicdan sâhibi- 

ve ey ehl-i sehâvet ve ihsan -cömert ve ihsân edici olanlar-!..

İhsanlar zekât nâmına olmazsa, üç zararı var.

Bazen de fâidesiz gider.

 Çünki Allah nâmına vermediğin için, ma‘nen minnet ediyorsun,

bîçâre fakiri minnet esâreti altında bırakıyorsun.

Hem makbûl olan duâsından mahrum kalıyorsun.

Hem hakîkaten

Cenâb-ı Hakk’ın malını ibâdına –kullarına vermek için

bir tevzîât –dağıtma- me’mûru olduğun hâlde,

kendini sâhib-i mal zannedip bir küfrân-ı ni‘met – nankörlük ediyorsun.

Eğer zekât nâmına versen,

Cenâb-ı Hakk nâmına verdiğin için bir sevab kazanıyorsun,

bir şükrân-ı ni‘met gösteriyorsun -ni‘mete şükrediyorsun-.

O muhtaç adam dahi sana tabasbus etmeğe 

-yağ çekmeğe veya dalkavukluğa- mecbûr olmadığı için,

izzet-i nefsi kırılmaz ve duâsı senin hakkında makbûl olur.” 

(Mektûbât, 22. Mektûb, 101)

Kendilerine rızk olarak

verdiklerimizden, ihtiyaç sahiplerine de infak ederler.”

(bakara, 3)

“Mü’minlerin mallarında

dilencinin ve dilenmeyen fakirin bir hakkı vardır.”

(ez-Zâriyât, 19).

“Mallarınızı zekat vermek sureti ile koruma altına alın,

Dolayısıyla

Zekât zengini kibirden, fakiri kinden, malı da kirden arındırır.”

(Mevlana rumî)

Namaz dinin direği ve kıvamı olduğu gibi,

zekât da İslâmın kantarası, yani köprüsüdür.

Demek,

birisi dini, diğeri asayişi muhafaza eden İlâhî iki esastırlar.

Bunun için birbiriyle bağlanmışlardır!..

(İşârâtü’l-İcâz)

Kelime anlamı; artma, arıtma, temizlik vb.

anlamlara gelen zekât, İslam’ın beş şartından biridir. Kısaca;

Fakirin zenginin malındaki nisap miktarı olan hakkıdır…

Âlemlerin Rabbi,

istediği takdirde ruh veya beden gibi, akıl gibi, göz gibi, evlat ve ebeveyin gibi

ayrı ve sana özel bir şekilde verebileceği bir hakkı veya hisseyi, 

bir başka birinin malı içinde sana göndermekle;

seni nefis terbiyesine tabi tuttuğu gibi,

zengine de asıl mal sahibi gani olan Allah’ın kudret ve azametini

bizzat idrak ettirerek

bencillik, kibir ve cimrilik hastalığından kurtarıp,

Rauf’u-Rahim olan Rabbimiz,

bu lütfuna da fakirin duasını vesile ve sebep kılar…

Böylece zahirde malca maddiyat zengini görünen kimse,

hakikatte rızkın sahibibi Rezzak olan Allah olduğunu bilerek,

kendi rızkı içinde fakirin hakkını olduğunu kabul edip

malını kul hakkından arıtıp temizleyerek,

fakirin makbul duasına muhtaç olduğunu anlar.

Ve yine zahir de de, fakir görünen kimse,

o zekatı kabul etmekle işin batının da, enaniyetini kırdığından,

Rahman ve Rahim olan Allah’ın,

rızkını kendisine başka bir kardeşinin eliyle ihsan ettiğini bildiğinden

duası makbul veliler mertebesine yükselen maneviyat zenginlerinden olur…

Böylece, ikisi de,  iman ve gönül zengini olarak

cennet ehlinin hasletini, yani İSÂR ruhunu kazanmış olurlar!..

İbn Abbâs’tan (r.a.)

naklen Allah Resûlü()  şöyle buyurmuştur:

“Allah, zekâtı ancak mallarınızın kalan kısmını temizlemek için farz kıldı.”

(Ebû Dâvûd, Zekât, 32)

Kâ’b b. Ucre (r.a.) diyor ki: Allah Resûlü ()bana şöyle buyurdu:

‘Sadaka/zekât vermek, suyun ateşi söndürdüğü gibi hataları yok eder.” 

Tirmizî, Cum’a, 79; İbn Mâce, Zühd, 22

“Onlar, kendileri de muhtâc oldukları hâlde

yiyeceklerini yoksula, yetime ve esire ikrâm ederler

ve: «Biz size, sırf Allah rızâsı için ikrâm ediyoruz.

Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.

Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden 

(O’nun azâbına uğramaktan) korkuyoruz.» (derler).

Allah da onları, o günün fenâlığından korur,

yüzlerine nûr, gönüllerine sürûr bahşeder.” 

(el-İnsân, 8-11)

Böylece;

“…onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun olmazlar”

ayetinin musaddakı olur… Hazret-i Ali (r.a) ne güzel buyurur:

Dünyalık sana yöneldiği zaman, vermesini bil.

Zîrâ vermek, onu tüketmez. Dünyalık senden,

yüz çevirdiği zaman yine ver. Çünkü o devamlı kalmaz!..”

“…Hayra ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir…” 

(es-Sebe, 39)

“Mallarınızı zekâtla koruyun,

hastalarınızı sadaka ile tedavi edin, belaya da dua hazırlayın…”

Taberani, Kebir, no: 10196

Bir yoksul,

Peygamber Efendimiz()’e gelerek aç olduğunu söyledi.

Efendimiz ()’ hanımlarına haber göndererek yiyecek bir şeyler istedi.

Fakat bütün hanımlarından aynı cevap geldi:

“–Allâh’a andolsun ki, evde sudan başka bir şey yok.”

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz,() ashâbına dönerek

bu şahsı kimin misâfir edebileceğini sordu.

Hemen Ensar’dan biri kalkarak:

“–Ben misafir ederim!” dedi ve o yoksulu evine götürdü.

Halbuki

evinde ancak çocuklarına yetecek kadar az bir yiyecek vardı.

Hanımına: “–Çocukları oyala, misafirimiz gelince,

lambayı söndür, sofrada biz de yiyormuş gibi yapalım.” dedi.

Sofraya oturdular. Misafir karnını güzelce doyurdu.

Sabahleyin ev sahibi, Allah Rasûlü’nün yanına gitti.

Onu gören Efendimiz ():

“–Allâh Teâlâ,

bu gece misâfirinize yaptıklarınızdan ziyâdesiyle memnun oldu!..” 

(Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 10; Tefsîr, 59/6; Müslim, Eşribe, 172)

Allah Rasûlü()’nün

ahlâkıyla ahlâklanan Hak dostları da,

tıpkı sahâbenin sergilediği gibi nice îsar numûneleri sergilemişlerdir.

Bunlardan birini

Antakyalı Ebu’l-Hasan şöyle nakleder:

“Bir defasında otuz küsur kişi

Rey şehri civarındaki bir köyde toplanmıştı.

Bunların, hepsine yetmeyecek kadar sayılı çörekleri vardı.

Çörekleri parçaladılar, ışıkları kısarak yemeğe oturdular.

Bir müddet sonra

sofra kaldırıldığında ekmeklerin olduğu gibi sofrada durduğunu

ve her birinin diğer kardeşini kendisine tercih ederek

kimsenin bu çöreklerden yemediğini gördüler…”

(İhyâu Ulûmiddîn, III, 572)

“İnsanlardan öyleleri de var ki,

Allâh’ın rızâsını almak için kendini ve malını fedâ eder…” 

(el-Bakara, 207)

Mal ve can, kar gibi erir, gider.

Fakat onlar Allah yolunda harcanırsa, Allah onlara alıcı olur.

Kur’ân’da; 

«Allah cennet karşılığında mü’minlerden mallarını ve canlarını satın aldı…»

(et-Tevbe,111) 

İbrâhim (a.s) da, oğlu İsmâil’i kurban etmesi emredilerek,

imtihanların en ağırına tâbî tutuldu.

Hem kendisinin, hem de oğlu İsmâil’in kâbına varılmaz

rızâ ve teslîmiyetlerinin bu dünyâdaki mükâfâtı olarak,

melekler tarafından koç indirildi.

Onların bu candan fedâkârlık hâtıraları, kıyâmete kadar devâm edecek olan

bütün îman nesline bir ibâdet olarak hediye edildi.

Bu itibarla kurbandan asıl maksat, gerektiğinde

Hak uğrunda canından bile

fedâkârlık göstereceğine dâir, kulun Rabbine söz vermesidir.

Yine kurban, takvâ imtihanını kazanabilmek,

Hakk’a itaat ve teslîmiyetimizi tescilletebilmektir.

Nitekim âyet-i kerîmede de kurbanlar hakkında:

“Onların ne etleri ne de kanları

Allâh’a ulaşır;

fakat O’na sadece sizin takvânız ulaşır!..” 

(el-Hac, 37) buyrulmaktadır.

Büyük velilerden Sehl bin Abdullah et-Tüsterî anlatıyor:

Mûsâ (a.s)- Allah Teâlâ’ya:

“–Yâ Rab! Muhammed() ile ümmetinden bâzılarının

cennetteki mevkîlerini bana göster!” diye ilticâ eder.

Hak Teâlâ’dan şöyle bir hitap gelir:

“–Ey Mûsâ! Sen buna güç yetiremezsin.

Fakat Ben onların büyük derecelerinden birini sana göstereyim.

Bu derece ile O()’nu, senden ve bütün mahlûkattan üstün kıldım…”

Daha sonra melekût âleminden kendisine bir kapı açılır.

Efendimiz()’in

ümmetimin alimleri İsrail oğullarının peygamberleri gibidir.”

hadisine mazhar cömertlikte zahid bir kutbun makamı ile

Allah’a olan yakınlığını görünce, nerede ise kendinden geçer.

Bunun üzerine Hazret-i Mûsâ O’nun nasıl bu dereceye yükseldiğini sorar.

Allah Teâlâ:

“–O’na verdiğim yüksek bir ahlâk sâyesinde.” buyurur.

Hazret-i Mûsâ bu ahlâkın ne olduğunu sorunca da Cenâb-ı Hak:

“–ÎSÂR,

yâni başkasının ihtiyâcını kendi ihtiyâcına tercih etmektir.

Bu ahlâk ile kim Bana gelirse,

Ben onu hesaba çekmekten hayâ eder

ve onu cennetin istediği yerinde iskân ederim!” buyurur.

(İhyâ, III, 570-571)

Bab-ı Şefkat NUR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir