“ALLAHIM!

SENDEN HİDÂYET, TAKVÂ,  İFFET VE GÖNÜL ZENGİNLİĞİ  İSTERİM.” 

(Müslim, Zikir 72, Tirmizî, Daavât 72)

Hidâyet isterken ne istiyoruz; bakalım;

“ihdinas sırâtel mustakîm:

Bizi Sıratı Mustakîm’e, dosdoğru, hak yol ile Sana ulaştır!..”

(Fatiha,6)

“Kitabın emri ve Nebinin yolu üzere- Bana ibadet edin, dosdoğru yol budur!” 

(yasin,61)

TAKVÂ,  isterken de; Risale-i Nur’da, takva;

“haramlardan ve günahlardan

 -çekinmek, sakınmak-  içtinab etmek”  şeklinde tarif ederken,

“İnsanın yaratılışındaki hikmetin takva olduğuna

ve ibadetin de neticesi takva olduğunu

ve takvanın da en büyük mertebe olduğuna işaret eder.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, ilk talebelerinden Molla Hamid Ekinci’ye,

“Nasıl küçük bir ateş ormana yayıldığında yavaş yavaş o ormanı yakar mahveder, bitirir.

Nazara tenezzül edip harama bakan bir mü’min,

amelini gün be gün yer, mahveder.

Sonra korkarım ki o adamın akıbeti elim ola!” demiştir.

Helâlde israf edenler, ona müptela olurlar. 

İsrafa alışan bir insan ise,

alıştığı kadarını bulamadığı ortamlarda şüpheliye meyletmeye başlar.

İsraf etmeyen için böyle bir tehlike söz konusu değildir.

Amel-i salih ise;

başta farzlar olmak üzere, vacipler, sünnetler, nafile ibadetler, adapları işlemektir.

Özetle, Allah’ın razı olduğu fiileri yapmaktır.

Allah Resulü ()

“Helâl belli, haram da bellidir.

Fakat bu ikisinin arasında şüpheli şeyler vardır.”

diye başlayan bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur:

 “Nasıl bir çoban, koruluğun kenarında koyun otlattığında,

koyunlarının her an koruluğa girme ihtimali varsa,

şüpheli şeylerden korunmayanın da harama düşme ihtimali öylece vardır.”

Şüpheli, haramın en yakın komşusudur.

O araziye girenin bir süre sonra haram sahasına düşmesi kuvvetle muhtemeldir.

Hadiste geçen “otlatma” tabiri çok enteresandır ve nice hikmetleri içinde toplar.

“Koyunlar” kelimesinin çoğul olmasıyla,

bizim her duygumuz, her hissimiz, aklımız hafızamız,

hayalimiz birer koyuna benzetilmiş oluyor. 

Otlamada,

ağza alıp bir süre çiğnedikten sonra mideye gönderme söz konusu olduğu gibi,

biz de bir şeye baktığımızda o şeyin görüntüsü gözümüzden içeri girer.

Aynı şekilde, düşündüğümüz şeyler de aklımızda yoğrulur ve hazmedilirler.

Kulaktan giren sesler de koyunun ağzından içeri giren otlar gibi.

Kulak zarında titreşime dönüşen bu sesler,

bir takım istihaleler (necis, adi tafsilatlar) sonunda mâna olarak akla takdim ediliyorlar.

Ve zihni bozuyorlar…

Zihnin asıl vazifesi olan Marifetullah mertebelerine mani oluyorlar…

Al-i İmran Suresinde de (134,135) ayetler de,

Muttakinin –takva sahibinin- vasıfları şöyle sıralamaktadır:

“Bollukta ve darlıkta infak etmek.”

“Kızdıklarında öfkelerini yutmak.”

“İnsanların kusurlarını affetmek.”

“Kabahat yaptıkları veya nefislerine zulmettikleri zaman

Allah’ı anmak ve günahlarından derhal tövbe etmek.”

“Yaptıkları günahlarda, bilerek ısrar etmemek.”

Takva ehlinin hasletlerindendir…

İffet;

helal olmayan şeylerden uzak durmak demektir. Helale kanaat etmek demektir…

gönül zenginliği;

İnsanlardan ve ellerindeki imkânlardan müstağni olmak,

Ayrıca

Rabbi dışında hiç kimseye ihtiyaç duymamak,

şerefli bir hayat ve etkili bir tebliğ hizmeti ile kulluğun hayrına ve kemaline ulaşmak…

“Allahım!

senden hidâyet, takvâ,  iffet ve gönül zenginliği isterim.” 

(Müslim, Zikir 72, Tirmizî, Daavât 72)

Bab-ı Şefkat NUR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir